Türk Hava Yolları’nın (THY) genç pilotlarından Baturay Tüngür, çok zor ve disiplinli pilotluk eğitim sürecini anlattı. “Bizleri, en iyi şekilde bu işi yapmamız için zorluyorlardı.” Diyen Tüngür, “Bir de çoğu askeri kökenliydi ve bizleri biraz askeri disiplinle yonttular.” dedi.
THY’nin A 320 filosu pilotlarından Baturay Tüngür, mezun olduğu okul için röportaj verdi. Daruşşafaka Cemiyeti için Demet Eyi’ye açıklamalarda bulunan genç pilot, oldukça çarpıcı açıklamalarda bulundu.
İşte o röportaj:
Kendi düzenini kurduktan sonra ilk iş Darüşşafaka’ya düzenli bağış talimatı verdiğini belirten genç pilot Baturay Tüngür (DŞ’2007), bu bağışın kendisinde yarattığı duyguları şöyle ifade ediyor: “Kredi kartı ekstremde görmekten mutlu olduğum bir gider… İnsana gurur veriyor. Çünkü bu kurumun nasıl bir kurum olduğunu biliyorum. Benim gibi başka çocuklara da fırsat yaratabilmesi için gücüm yettiğince bağışlarıma devam edeceğim.”
Darüşşafaka Lisesi 2007 mezunu, genç pilot Baturay Tüngür, hep hayallerinin peşinden giden ve onları gerçekleştiren bir insan… En büyük hayali pilot olmakmış, tıpkı 1994’te şehit düşen, babası Pilot Yüzbaşı Hakan Tüngür gibi… Annesinin karşı duruşuna rağmen, bu hayalinden vazgeçmiyor ve Darüşşafaka’dan mezun olduktan sonra Anadolu Üniversitesi Pilotaj Bölümü’ne giriyor. Oradaki eğitimini başarıyla tamamlıyor. Ardından Türk Hava Yolları’nda mesleğine ilk adımını atıyor. Şu an THY’nin Airbus 320 filosunda görev yapıyor. İkinci büyük hayali ise kendisini yetiştiren okulunun bağışçısı olmakmış. Kendi tabiriyle düzenini kurup, ekonomik açıdan biraz rahatlayınca ilk iş Darüşşafaka’ya düzenli bağış talimatı vererek bu hayalini de gerçekleştiriyor. Darüşşafaka için “Sadece bir okul değil, disiplinli, korumacı ve şefkatli bir aile” diyen genç pilot Baturay Tüngür’le (DŞ’2007) okul yıllarını, mesleğini, gelecek hedeflerini ve bağışçılık öyküsünü konuştuk.
Darüşşafaka’ya başlama öykünü bizimle paylaşır mısın? Darüşşafaka Sınavı’ndan nasıl haberdar olmuştun?
Ben dört yaşındayken babam şehit oldu. İsmi Hakan Tüngür… Pilot yüzbaşıydı. 1994 yılında bir görev uçuşunda öğrencisiyle uçarken, uçakları arızalanıyor. Atlıyorlar ama babamın paraşütü açılmıyor. Öğrencisi kurtuluyor -ki kendisiyle halen görüşüyoruz- ama babam şehit düştü. O yıllar biz, babamın görevi nedeniyle Eskişehir’de yaşıyorduk. Ancak babamı kaybedince İstanbul’a geldik. Lütfü Banat İlköğretim Okulu’nda okuyordum. Darüşşafaka Sınavı’na 1998’de annemin yönlendirmesiyle girdim. Açıkçası ben, hiç istemiyordum. Ancak annem çok istiyordu, çünkü ablam da vardı ve ikimizi okutmakta zorlanıyordu.
Peki, Darüşşafaka’ya başladıktan sonra süreç nasıl gelişti?
İstemeyerek geldiğim için ilk bir yıl zorlu geçti. Özlem ağır basıyordu, ki hafta sonları eve gidiyordum. Ancak ilk yıldan sonra herkes gibi ben de eve gitmeyi istemeyen birine dönüştüm. Burası kendini insana o kadar güzel benimsetiyor ki, eviniz, aileniz oluyor. Bir de tabii biz geldiğimizde Maslak Kampüsü çok yeniydi. Çok büyük, içinde yapılabilecek bir sürü faaliyet alanı barındıran bir okul, daha doğrusu bir kompleks… Hatta okul binası, spor alanları, kulüpler, sanat atölyelerinin yanında küçük kalıyordu. Bu da bizleri cezbediyordu. Açıkçası beni Darüşşafaka’ya bağlayan sırf dersten ibaret bir okul olmamasıydı. Projeler, sportif faaliyetler, kulüp çalışmaları, beni çok motive etmişti.
Anılarında o dönemin akademik kadrosunun nasıl bir yeri var?
Biz dönem olarak öğretmenlerimizi çok seviyorduk. Çok kıymetli öğretmenlerimiz vardı. Mesela, pek çok TÜBİTAK Ödülü kazanmamıza yardımcı olan fizik öğretmenimiz, rahmetli Mustafa Sertbel, din kültürü ve ahlak bilgisi derslerimize giren, inanılmaz geniş bir vizyona sahip ve aklımızı hep açık tutan Yaşar Oduncu aklıma gelen ilk isimler… Yine sıra dışı bir eğitimci olan Emin Boşnak vardı. Düşünün Emin Hoca, Sait Faik’in Son Kuşlar isimli kitabını hepimize dağıtmış, hepimizden o kitaptan bir hikayeyi seçmemizi ve okuduktan sonra kafamızda ne canlandırdıysa onun resmini çizmemizi istemişti. Ben, çok kitap okurum. Bu da Darüşşafaka’nın özellikle de Nadir Karakaş Hoca’nın eseri… Çünkü Nadir Hoca’nın kitap kulübü vardı. Biz sabahları koştura koştura onun yanına giderdik. Bizi ayraçlarla karşılar, hepimize ilk önce ayraç dağıtır, sonra da kitap verirdi. Kitabı geri götürdüğümüzde de yine farklı bir ayraç alırdık.
Hangi kulüplerde yer aldın?
Ortaokul ve lise yıllarında elektronik kulübündeydim. Orada fizik projeleri yapıyorduk. Hatta ödüllerimiz var. Lise yıllarında yüzme takımındaydım, yani lisanlı yüzücüydüm. Kurbağalama ve serbest stilde yüzüyordum. Takım olarak yarışmalara katılıyorduk, dereceler alıyorduk. Ondan öncesinde eskrim yaptım, tenise gittim ve tabii ki tüm Darüşşafakalı öğrenciler gibi ben de basketbol oynadım. Ayrıca, okul orkestrasındaydım. Darüşşafaka’da orkestrada olmak, tıpkı basketbol oynamak gibi rutin bir uğraştı. Uzun teneffüslerde ya da bulduğumuz her boş zamanda orkestra odasına gidiyor, çalıyorduk. Birkaç kez KASTAV’a katıldık. İkincilik ve üçüncülük aldık.
Fotoğrafçılığa da meraklısın. Darüşşafaka’da bu alanda bir çalışmanın içinde yer aldın mı?
Sinema kulübünde değildim ama arkadaşlarım vardı ve onların çalışmaları hoşuma gidiyordu. Ben de eski bir kamera buldum, onunla kendi çapımızda videolar çekiyorduk. Sonra da montajlıyordum. Üniversite yıllarında ise fotoğrafçılığı ve video olayını biraz daha geliştirdim. Şu anda daha profesyonel çekimler yapıyorum.
Yoğun bir iş hayatın var, yine de hobilere vakit bulabiliyorsun. Bunu nasıl başarıyorsun?
Bütün olay zamanı düzgün programlamak ve kullanmakta. Ki mesleğim de insanı buna zorluyor. Çok az boş zamanınız oluyor. Eğer zamanı doğru programlarsanız her anın arasına bir şeyler sıkıştırabiliyorsunuz. Ben bunu yapıyorum. Yaptığım çekimleri montajlıyorum, bazı videolarım için müzik besteliyorum. Gitar çalıyorum. Ki bunu da Darüşşafaka’ya borçluyum. İlk gitar eğitimini müzik kulübünde aldım ve kulağım da iyi olduğu için şu an farklı enstrümanlar çalabiliyorum.
Zamanı planlamanın çok önemli olduğunu söyledin. Bunda Darüşşafaka’nın rolü var mı?
Tabii ki, geriye dönüp baktığımda bu yönümü de Darüşşafaka’ya borçlu olduğumu düşünüyorum. Çünkü okulda da bir sürü aktivitelere gidiyorduk. Dersler bitiyordu, kısa bir teneffüsten sonra kulüp çalışmalarına katılıyorduk, yüzmeye gidiyorduk. Yemek saatimiz, uyku saatimiz, uyanma saatimiz hep belliydi. Onların dışına çıkamazdık. Darüşşafaka, bizleri küçük yaşta programlı bir hayata alıştırdı.
Darüşşafaka’dan mezun olduktan sonra Anadolu Üniversitesi Pilotaj Bölümü’ne giriyorsun. Pilotluk hayalindeki meslek miydi?
Evet, babamdan ötürü hep pilot olmayı düşünüyordum. Ancak annem, hiç istemiyordu. O zamanlar Anadolu Üniversitesi Pilotaj Bölümü, özel yetenek sınavıyla öğrenci kabul ediyordu. Kendi sınavları oluyordu. Matematik, fizik, görsel hafıza, mülakat, sağlık muayenesi, bir iki saatlik uçuş gibi… İlk yıl, bu sınavın ikinci aşamasında elenmiştim. İkinci sene yeniden hazırlandım ve bu kez oldu. Dört yıllık eğitimin ardından 2012’de mezun oldum. Ardından da Türk Hava Yolları’na girdim. Burada dört ay uçak tip eğitimini aldıktan sonra iki ay da eğitmen hocalarla uçuş eğitimi aldım. Sonra da normal seferlere başladım. Şu an Airbus 320 filosundayım ve genel olarak kısa menzilli dediğimiz 4 - 5 saatlik uçuşlar yapıyorum.
Mesleğinin en zor yanı?
Başlangıcı… Yani o eğitim süreci… Dört yıl boyunca sınavlara giriyorsunuz ve sizin kişiliğinizi yıkıp, bir pilot karakteri ve disiplini oluşturmaya çalışıyorlar. Özellikle Anadolu Üniversitesi’nde çok sıkı bir eğitim vardı. Çünkü hocalarımızın çoğu Pilotaj Bölümü kurulduğundan beri oradaydı. Bizleri, en iyi şekilde bu işi yapmamız için zorluyorlardı. Bir de çoğu askeri kökenliydi ve bizleri biraz askeri disiplinle yonttular. Neyse ki Darüşşafaka disiplininde yetiştiğim için adaptasyonum daha kolay olmuştu.
Peki, en güzel yönü?
Mesleğimin en güzel yönü benim için ülkeler, kültürler tanımak. Çünkü ben fotoğraf çekmeyi ve gezmeyi seviyorum. Mesleğimi yaparken bunları da gerçekleştirebiliyorum. Bunun haricinde benim bir de özel durumum var. Şöyle ki havacılık camiası küçüktür. Hep babamın askeriyeden devreleriyle denk geliyorum. Çoğu babamın yanında uçmuş. Bu tarifsiz bir duygu… Benim kim olduğumu anladıklarında çok mutlu oluyorlar, şaşırıyorlar. Çoğu benim küçüklüğümü biliyor, bebek halimi… Şimdi benim gelip, onların yanlarında uçmam ilginç oluyor.
Pilotlukta yabancı dil çok önemli... Darüşşafaka’da aldığın dil eğitimi yeterli oldu mu?
Darüşşafaka’dan sonra İngilizce üzerine başka bir eğitim almadım. Çünkü iyi bir yabancı dil eğitimi ve bunu sağlayan hocalarımız vardı. Mesela kendisi de Darüşşafaka mezunu olan Arzu Atasoy, İngilizce dersimize girerdi. Darüşşafaka’dan sonra sadece İngilizcemi canlı tutmaya çalıştım. İngilizce makaleler, kitaplar, dergiler okudum. Hiç bırakmadığım için de üstüne ekleyebildim.
Kariyerindeki hedeflerin neler?
İki yıl içinde kaptan olacağım. Bunun için belli bir uçuş saatini doldurmanız gerekiyor, ben de iki yıl içinde tamamlayacağım.
Annen artık pilot olmana alıştı mı?
Evet, hatta tüm uçuşlarımı takip ediyor. Bir bakıma o da benimle uçuyor.
Darüşşafaka’nın düzenli bağışçısı olmaya nasıl karar verdin?
Mezun olduğumdan beri maddi olanaklarım el vermeye başlayınca bağışçı olmayı düşünüyordum. Çünkü kendi geldiğim yeri, nasıl çocukların orada okuduğunu ve nasıl güzel şeylerin başarıldığını biliyorum. O yüzden Darüşşafaka’ya destek olmak hep içimde vardı. Ancak çalışmaya başladıktan sonraki ilk yıllar kendimi toparlamayla geçti. Kendi düzenimi kurduktan ve ekonomik olarak biraz daha rahatladıktan sonra ilk işim Darüşşafaka’ya düzenli bağış talimatı vermek oldu. Yaklaşık bir yıldır da bağışlarımı sürdürüyorum. İmkanlarım el verdikçe de devam edeceğim.
Bir mezun olarak Darüşşafaka’yı desteklemek senin için ne ifade ediyor?
Açıkçası kredi kartı ekstremde görmekten mutlu olduğum bir gider… İnsana gurur veriyor. Çünkü bu kurumun nasıl bir kurum olduğunu biliyorum. Benim gibi başka çocuklara da fırsat yaratabilmesi için gücüm yettiğince bağışlarıma devam edeceğim. Bazen sokakta yürürken Darüşşafaka’nın bir afişine ya da televizyon izlerken kamu spotuna denk geliyorum. “Ben de oradaydım ve orası gerçek” diyorum. Hani öyle yalandan, duygu sömürüsü bir şey değil burada yaşatılan… Benim ve diğer arkadaşlarım gibi tamamen gerçek bireyler yetiştiriyor.
Darüşşafaka’nın sana kattığı en önemli değer ya da değerlerin neler olduğunu düşünüyorsun?
Hayata tutunmak ve kendi ayakları üzerinde durabilmek… Darüşşafaka, bizleri hayata hazırlıyor. Çünkü burası sadece bir okul değil, disiplinli, korumacı ve şefkatli bir aile… Çoğu insanın üniversiteye gittiğinde öğrenmeye ya da yapmaya başladıklarını biz, Darüşşafaka’ya başladığımız andan itibaren gerçekleştiriyoruz. Bir de her insana, her görüşe saygı duymayı öğretiyor. Bizler, Türkiye’nin her yerinden gelmiş farklı kültürlere sahip çocuklardık. O farklılıklar, kardeş gibi birbirimize bağlanmamıza engel olmadı. Burası bize açık fikirli olmayı, dünyaya tek pencereden bakmamayı, farklı görüşlere açık olmayı öğretti.
Darüşşafaka’dan sonra en fazla hangi konuda zorlandın?
İnsan ilişkileri… Burası biraz kapalı bir toplum… Dışarı çıktığında diğer insanların ilişkilerine garipseyerek bakıyorsun. Çünkü burada arkadaşlık ilişkileri çok yakın, kardeş gibisiniz. Dışarıda da aynı ilişkiyi kurmayı bekliyorsunuz ama öyle bir dünya yok. Sanırım bu yüzden insanlar beni bu karakterimden dolayı güvenilir ve oturaklı buluyor.
Darüşşafaka yıllarına dair unutamadığın bir anını ya da anılarını bizimle paylaşır mısın?
Öyle çok ki… Ama aklıma ilk gelen, üniversite sınavına hazırlık sürecine dair… Şöyle ki o dönem herkes yatakhane altındaki lokallerde ders çalışıyordu. Biz ise 5-6 arkadaş kendimize dördüncü katta bir yer yapmıştık. Adını da Manastır koymuştuk. Kendimizi oraya kapatır, gece gündüz ders çalışırdık. İlginçtir ki bu ekipteki arkadaşlarımdan Fatih Tok da yakında pilot olacak.
Darüşşafakalı öğrencilere pilotluğu tavsiye eder misin? Bu mesleği yaparken nelere dikkat etsinler?
Kesinlikle ederim; ama başlangıç safhasında kendilerinden ödün vermeleri gereken çok fazla şey var. Hiçbir zaman kişiliğimizi kaybetmeyiz, hep onu saklarız; ama bu eğitimin başlangıç kısmında insanın çok fazla kendince yeni disiplinler oluşturması, yeni kurallara uyması gerekiyor, biraz hayatınızı zora sokuyormuşsunuz gibi geliyor; ama aslında sonunda size geri dönüşü çok büyük bir rahatlık. Ve tabii ki bunu, Anadolu Üniversitesi’nde başarmalarını isterim