Yıllar önce yıllar sonra
Atatürk Havalimanı'nın ikinci uzatma ihalesinde bildiğiniz gibi İç Hatlar Terminali de ihaleye sokuldu. İhaleyi de yine ilk sefer olduğu gibi TAV kazandı. İhaleden önceki kısa süre içerisinde iki terminal arasındaki farklılıklara dikkat çekip burasının da biran önce özelleştirilmesi gerektiğini yazıp duruyorduk hatırlarsanız. İki güvenlik kapısı arasındaki fark, uzay yoluyla taş devri filmi gibiydi. Birindeki hassasiyet ayarları diğerini tutmuyor, iç hatlara geldiğinizde dakikalarca kuyrukta beklemek zorunda kalırken dış hatlarda ise birkaç dakika içerisinde terminale giriş yapabiliyordunuz.
Bu medeniyet farkı içerisinde terminalin birisi özel sektör diğeri ise Devlet Hava Meydanları İşletmesi eliyle devlet tarafından işletiliyordu. Birinin duvarını boyayabilmek için kırk tane yazı yazıp rengiyle ilgili bir dolu görüş alırken diğer tarafta bunların hepsi otomatiğe bağlanmış bir kurumsallık içerisinde sürüp gidiyordu.
Geçtiğimiz günlerde hem de ihaleden sonra iç hatlar terminalindeki yenileme çalışmaları bize eski günleri andıran fotoğraflar yaşatmadı değil. Havalimanlarının en büyük talihsizliği de bu olsa gerek. Sürekli bir tamirat, tadilat ve inşaat halinde olmaları nedeniyle havalimanları dönem dönem böyle sıkıntılar yaşayabiliyor.
Atatürk Havalimanı iç hatlar terminali de şu anda biraz rahatlamış olmakla birlikte asıl güzel görüntüsünü Temmuz sonu Ağustos başında yaşayacak. Ağustosun ilk günleriyle birlikte tüm kontuarlar ve elektronik sistem yenilenmiş haliyle hizmete girecek. Bilgisayar sistemlerindeki arada bir kopup giden bağlantılar yerini çağdaş, dinamik ve süratli sistemlere bırakacak.
Ana girişteki büyütme çalışmaları da kışın kapıya kuyruk olan yolcuları dışarıda kalmaktan koruyacak. Kısacası dört duvara sadık kalınarak bu terminal içerisindeki tüm yolcuya yansıyan bölümler tek tek elden geçirildi.
Özelleştirmeye karşı çıkanların buradan yolculuk yaptıkça yeni görüntüyü eskiyle kıyaslamalarını öneririm. Artan yolcu ve uçak sayısına rağmen işin altından nasıl kalkılabildiğini ve eski yıllarda uğraşılan o büyük dertlerin aslında nasıl birer küçücük detay olduğunu dikkatinize sunarım.
Gözümün önüne hep Cuma akşamları yığılan yolcular, iki saatte geldiği Almanya'dan iki saatte terminalden çıkamayan o eziyet çeken insanlar gelir. Bir bagaj arabası bulmak için kuyrukta bekleyip insanların nasıl birbirini ittiğini ve konveyör başında bir saat nasıl bagaj beklendiğini hatırlarım. Çağdaşlık bu kadar yakınımızdaymış da nasıl olup almamız bu kadar sürmüş inanılmaz bir durum doğrusu.
Her neyse. En azından buna da şükür.